Hedep Mersin Milletvekili Koca: “Madencilikte insan emeğinin sömürülmesiyle değil, insan kanı içerek büyüyen bir faaliyetle karşı karşıyayız”
HEDEP Mersin Milletvekili Perihan Koca, Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonu’nda yaptığı konuşmada, “Maden havzalarında özelleştirme, lisans devri, lisans bölünmesi ve yap-işlet modelleriyle piyasa anlayışı halen korunmaktadır. 2005 yılı itibarıyla tüm Yer altı işletmeleri özelleştirildi, yeni ruhsat verilen alanlar da özel şirketlere devredildi.” “2020 yılında açık ocak işletmelerinde de özelleştirme başlatıldı. Bugün Soma bölgesinin yüzde 80-90’ı özel şirketlerin elinde. İşçi emeğinin sömürülmesi, madencilik faaliyetleri için çok naif bir tabir olarak kalıyor. İnsan emeğinin sömürülmesiyle karşı karşıya değiliz. Emek değil, insan kanı içerek büyüyen bir faaliyettir” dedi. .
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 2022 Kesin Hesabı ve 2024 Bütçe Teklifi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülüyor. Toplantılarda konuşan HEDEP Mersin Milletvekili Perihan Koca kısaca şunları söyledi:
“Dışa bağımlılığın azaltılması, sürdürülebilirlik, yenilenebilirlik ve arz güvenliği unsurları kamu planlamasının temelinde yer almalıdır. Ancak kamu gücü siyasetini bu aşamada bırakalım, AKP iktidarı döneminde ülkenin en değerli ve karlı enerji sanayi işletmeleri satıldı” veya kamu tarafından yürütülen faaliyetler özel sektöre devredilerek kamunun ekonomik kontrolünden çıkarıldı.TÜPRAŞ, BOTAŞ, EGO’nun Bursa, Eskisehir ve Ankara’daki kentsel doğalgaz işletmeleri ile TPAO’nun petrol dağıtım şirketi devredildi Birçok kez tartışmalı ve bazı şüpheli süreçlerle özel sektöre devredildi.Son 22 yıldır kamu mülkiyetinde olan elektrik üretim tesisleri büyük oranda özel sektöre, dağıtım tesisleri ise tamamen özel sektöre devredildi. Elektrik piyasasında özelleştirme, daha ucuz, daha kaliteli, daha az kayıp ve kaçak sistem vaadiyle başlatıldı. Bugün gelinen noktada elektrik ucuzlamamış, aksine çok değerli hale gelmiştir. Öte yandan elektrik üretim ve dağıtım şirketleri de oldukça zenginleşti. Örneğin; Özel idareye devredilen elektrik dağıtım şirketlerinin, Türkiye Elektrik İletim A.Ş. borçlarını zamanında ödemediği, Sayıştay’ın Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 2022 yılı kontrol raporlarına da yansıdı.
“HARCANAN ELEKTRİK FATURALARINDAN ARTTI O BÜYÜK VERGİLER NEREYE VE KİMLERE?”
Sayıştay raporunda, ‘elektrik dağıtım şirketlerinin sistem kullanım anlaşmaları kapsamında iletim ücreti yükümlülüklerini zamanında yerine getirmemesi, TEİAŞ’ın ticari borçlanma yoluyla finansman sağlamasına ve dolayısıyla elektrik iletim hizmetlerinin maliyetinin artmasına neden oluyor.’ Özelleştirme politikaları sonucunda en temel ihtiyaçlar arasında yer alan elektrik ve doğalgaz dağıtımı şirket mantığıyla dağıtılmaya başlandı. Sonuçta kamusal bir hak olan kuvvet kullanma hakkından yoksunluk söz konusudur. Tekrar tekrar gündeme getirdik, sorular yönelttik. Özellikle çok sıcak havaların yaşandığı illerimizde bitmek bilmeyen elektrik kesintileri yaşandı. Çünkü dağıtım hizmeti verdiğini iddia eden şirketler, maliyetlerden kaçınmak ve karı maksimuma çıkarmak amacıyla altyapı düzenlemelerine çok az bütçe ayırıyorlar. Gerekli altyapı harcamalarını minimum seviyeye indirdiler.
Sorunun ihmalden ziyade maliyet düşürme politikası olduğunu anlıyoruz. Aklımıza şu soru geliyor: Harcanan elektrik faturalarına bu kadar büyük vergiler nerede ve kimler için getiriliyor? Bu sorunun cevabını merak ediyoruz. Elektrik şirketleri de kamu şirketlerine zarar veriyor. Yine Sayıştay raporunda elektrik dağıtım şirketlerinin TEİAŞ’a olan borçlarını zamanında ödemediği belirtildi. Bugün gelinen noktada TEİAŞ’ın borcu 40 milyar liraya yaklaşıyor. Şirketler borçlarını ödemediğinde TEİAŞ 2022’de 9,5 milyar lira zarar edecek. Yandaşlara yapılanların kamu şirketlerini borca sürüklemeye devam ettiğini, tasarının yeniden kamuoyuna sunulduğunu görüyoruz. Şirketlerin kamuya yüklediği borçlar kamu tarafından karşılanmaya devam ediyor. AKP iktidarının elektrik tüketimine ilişkin en çirkin uygulaması kış saati uygulamasının kaldırılmasıdır. İktidar, elektrik şirketlerini nasıl canlandıracağız mantığıyla emekçilerin, işçilerin ve öğrencilerin sadece akşamları değil sabahın erken saatlerinde de elektrik tüketmesine neden olan bu canavarı harekete geçirdi. Bu son derece halk karşıtı bir politikadır ve derhal terk edilmelidir.
“NÜKLEER ENERJİ BUGÜN BİRÇOK ÜLKE TARAFINDAN VAZGEÇİLMEYE BAŞLANAN BİR ENERJİ KAYNAĞIDIR”
Nükleer enerji günümüzde birçok ülke tarafından terk edilmeye başlanan bir güç kaynağıdır. Almanya, İsviçre ve Belçika gibi ülkeler nükleer santrallerini kapatma kararı aldı. Karbon, nükleer yakıtın çıkarılmasından işlenmesine ve tamamlanmasına kadar yaşam döngüsünün her aşamasında salınır. Bu aşamalar akaryakıt ve mazot kullanılarak yani doğayı yeniden tahrip ederek gerçekleştirilmektedir. Nükleer santrallerin çok maliyetli süreçler olan çözülmemiş atık sorununun yanı sıra, nükleer enerji üretiminin tüm yakıt döngüsü içerisinde ele alındığında güneş enerjisinden 6 kat, güneş enerjisinden 3 kat daha fazla karbon emisyonuna neden olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. rüzgar gücü. Tüm bu nedenlerden dolayı nükleer santraller gezegenin sağlığı açısından birincil tehlike unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır.
Akkuyu Nükleer Santrali bugün geldiğimiz aşamada Akdeniz’in tertemiz Akkuyu Sahilini kirletmiştir. Akkuyu NGS’de inşaatı devam ederken 2019 yılında meydana gelen reaktör temel inşaatı çökerek 1 kilometrekarelik alanda konut ve otomobillerin camlarının kırılmasına neden oldu. Yine Ekim 2022’de şantiyede yangın çıktı ve trafo patladı. Akkuyu Nükleer Santral Projesi bir canlının hayatını tehdit eden ve ölümüne neden olan bir proje olarak karşımızda durmaktadır. Bu santralin inşaatı sırasında onlarca personelimiz hayatını kaybetti. Kazanılacak milyonlar ne yazık ki çalışanın hayatından ve sağlığından daha pahalı görülüyor. Durum böyle olunca, işçilerin ‘doğal doğa’ ya da ‘iş kazası’ olarak adlandırılarak, göze çarpmadan ölmelerine izin veriliyor, ancak şunu belirtmeliyim ki, bu ölümlerin, personel kardeşlerimizin ölümlerinin sorumluluğu sizlerin, sizlerindir. bunun sorumlusu onlar. Nükleer enerji ekolojik değildir; bu bir savaş teknolojisi olduğu kadar bir çevre kıyımı projesidir. Temelde bunu hepimiz biliyoruz, dünya tarihinden biliyoruz. Şimdi nükleer santral kurulması için uluslararası bir sözleşme yapılıyor; Bunu yap-sahip ol-işlet şeklinde Ruslara teslim etmek yerli ve milli değildir. Aynı zamanda şeffaflık ve hesap verebilirlikten de uzaktır.
“ÜLKEMİZ GERÇEKTEN AÇIK HAVA MADEN SAHASINA DÖNÜŞTÜ”
Bugün gelinen noktada ülkemiz aslında bir açık hava maden sahasına dönüşmüştür. Sadece 2023 verilerine baktığımızda 859 madencilik projesinin onaylandığını görüyoruz. Büyük doğal katliamlar, kirleticiler, ormansızlaştırma ve yıkımlarla doğal madenleri talan eden madencilik şirketleri, gelinen aşamada bir nevi suç örgütlerine dönüşmüştür. Büyük kârlar ilan eden bu kadar çok sayıda madencilik şirketinin ve madencilik sektörü şirketinin arkasında doğa ve insan sömürüsünün olduğunu biliyoruz. Şöyle bir unsur vardı; ‘Bir yerde kâr oranları artıyorsa orada büyüyen bir katliam vardır.’ Nitekim bugünkü hayat bu politikalarla teyit edilmektedir. Limak Holding ve İçtaş’ın ortak projesi olan YK Güç’ün termik santraline kömür sağlamak amacıyla Muğla Milas’taki Akbelen ormanının 760 dönümlük bölümü katlediliyor ve katledilmeye devam ediyor. Köylüler yıllardır bölgeyi korumak için değerli bir çaba gösteriyor. Birçoğu bu çaba nedeniyle dava edildi. Dava süreçleri devam ederken 24 Temmuz itibarıyla bölgeye iş makineleri girdi. Bugün gelinen noktada orman tamamen yağma ve yağmalamaya açılmış durumda ve bu katliam devam ediyor.
“İNSAN İŞİNİN SÖMÜRÜLMESİYLE DEĞİL, İNSAN KANINI İÇEREK BÜYÜYEN BİR FAALİYETLE KARŞIYIZ”
Maden havzalarında özelleştirme, ruhsat paylaşımı, ruhsat paylaşımı ve yap-işlet modelleriyle piyasa yaklaşımı yeniden sürdürülüyor. 2005 yılı itibarıyla tüm yeraltı işletmeleri özelleştirilmiştir. Yeni ruhsat verilen alanlar özel şirketlere devredildi. 2020 yılında açık ocak işletmelerinde de özelleştirmeye başlandı. Bugün Soma bölgesinin yüzde 80-90’ı özel şirketlerin elinde. İşçi emeğinin sömürülmesi, madencilik faaliyetleri için oldukça naif bir ifade olmaya devam ediyor. İnsan emeğinin sömürülmesiyle değil, insan kanı içilerek büyüyen bir faaliyetle karşı karşıyayız. AKP döneminde yüzde 80 olan madencilik sektöründe kamunun payı yüzde 8’e düştü. Türkiye Taşkömürü kurumundaki işçi sayısı 40 binden 6 bine düştü. Madenlerin özelleştirilmesinin önünü açmak için gizli özelleştirme diyebileceğimiz rödovans sistemiyle çalışacak bir yatırım yapılmıyor, kamuya yük olarak gösteriliyor. Özelleştirmenin getirdiği kâr hırsı, iş güvenliği tedbirlerinin alınmaması, personel sayısının azalması ve aşırı iş yükü sonucunda madenlerde faili meçhul cinayetler sıklıkla yaşanıyor. 2019 Sayıştay raporunda patlama tehlikesi olduğu belirtilen Amasra Madeninde 14 Ekim 2022’de patlama meydana geldi. Geçtiğimiz gün Amasra’daki maden patlamasıyla ilgili açılan dava dosyasındaki yazıda, 43 madencinin ölümünden sorumlu olanlar hakkında disiplin soruşturması dahi başlatılmadığı ortaya çıktı.
“Yasadışı Mayınların Tonlanmış Olduğunu Görüyoruz”
Kaçak madenlerin bilinçli olarak görmezden gelindiğini görüyoruz. Ülke tarihinin en vahşi işyeri cinayetlerinden biri geçen hafta Zonguldak’ta işlendi. Çalıştığı kaçak madende fenalaşan 50 yaşındaki Afgan işçi, maden sahipleri tarafından ormana götürüldü ve orada canlıyken öldürülüp yakıldı. Daha önce başka bir suçtan ceza alan kaçak fırın sahiplerinin, yakalanmaları halinde infazımızın bozulacağı düşüncesiyle hareket ederek işçiyi yaktıkları belirlendi. Verilere baktığımızda; Bugün Türkiye personel cinayetlerine sahne oldu. İşçi mezarlığına dönüştü. Yalnızca ekim ayında 150 işçi hayatından çıkarıldı. 2013 yılının ilk 10 ayında 1634 işçi çalışırken hayatını kaybetti. Bu rakamlar istatistik değildir ve çalışanlar da sadece rakam ve istatistik değildir. “Hepsinin bir ömrü var.”